Doksanların başındaydık Sino Plaza’daki ofisime yeni taşınmıştım. Çin’e yatırım furyası henüz başlamamıştı ama Çin, fason piyasasını ele geçirmişti bile. Emlak fiyatları, borsa akla gelen her şey adeta uçuyordu. Hong Kong, altın çağını yaşıyordu…
Yeni ofisimizde 20 kişi olmuştuk. İşimiz ve ismimiz büyüyordu. Pazarlamanın kulaktan kulağa yayıldığı yıllardı, biz öyle sanıyorduk. Yahoo Chat ve Motorolla’nın yarım kiloluk telefonu hayatımıza yeni girmişti. Aynı yıllarda yazıcı ve faks makinaları işlerimizi kolaylaştıran mucizevi teknolojilerdi. Çin’de mesai sonrası faks makinalarının fişleri çekilir üzerine danteli örtüler örtülürdü.
Haftanın iki aynı günü, öğle yemeklerimi en alt kattaki Japon restoranında yerdim. Genç ve aşırı konuşkan expat ile orada tanıştım.
Hong Kong’da bir tanıdığınıza rastladığınızda “Nasıl olduğunu” sormazsınız. Herkes birbirine “yemeğini yedin mi?” diye sorar. Benim asıl anlayamadığım sürekli yemek yiyen bu ırkın nasıl olur da kilo almadığıydı. Şairin yolun yarısı dediği yaşa yaklaşıyordum. Tüm kadınların ortak kâbusu olan kilo, yakında benim de kâbusum olacaktı.
Şehrin en güzel saşimilerini yerken, konuşkan expat’e bunları anlatıyordum.
– Haksızlık neden kilo almıyorlar?
Yanıt geldi ve karşılıklı konuşma sürdü:
– Asyalıların bir enzimi eksik.
– Anlamadım!..
– Onlar süt ve süt mamullerini tüketmiyorlar ve bu nedenle kilo almıyorlar.
– Yani bizim kilo almamız bundan mı? O zaman süper bir haber, ben hiç süt içmem.
– Öyle değil
– Şunu bana güzelce anlatır mısın?
Expat, anlatmaya başlayınca konu daha da netleşti. Meğer süt, yoğurt veya peynirle birlikte bu enzim anneye, oradan anne sütüyle bebeğe geçiyormuş. Belli bir yaşa kadar da bir hayli faydasını görüyormuşuz. Dişlerimizin, kemiklerimizin sağlamlığını, boyumuzu posumuzu buna borçluymuşuz. Gel gelelim bizim bu enzim belli bir yaştan sonra, tersine çalışmaya başlayıp, kalsiyum biriktirmekten vazgeçip yağ biriktirmeye başlıyormuş. Diyaloğumuz sürüyor:
– Yani Asyalı anneler, süt ürünleri yemediği için emzirse dahi, çocuğu hayatı boyunca kilo sorunu yaşamayacak. Doğru mu anlıyorum?
– Peki ben ne iş yapıyorum.
– Ofis komşusuyum ama açıkcası bilmiyorum!…Sahi ne iş yapıyorsun?
– Süt mamülleri için pazar kuruyorum
– Nasıl yani?
– Hesabı sen ödersen söylerim.
– Ödendi bil.
– Önümüzdeki aydan itibaren sokaklarda süt ürünlerinden yapılmış numuneler dağıtılacak. Minik peynirler, minik dondurmalar, minik meyveli yoğurtlar.
– Neden?
Dünyadaki en büyük sanayilerden biri “diyet ve zayıflama…” Dolayısıyla biz de bu alanda söz sahibi olmasak da, pay almak istiyoruz.
– Daha neler! “Tüm Çin’e numune” de ne demek çok ciddi bir bütçe ister bu!
– Bir milyar dolara ne dersin? Yeter mi sence?
Ağzım bir karış açık kalmıştı. O kendini kaptırmış anlatıyordu.
-Bir buçuk milyar insanın kilo almaya başladığını düşünsenize? Zayıflama hapları, spor salonları, spor ayakkabıları, kıyafetleri, üyelik aidatları, özel rejim yemekleri, kitapları, tarifleri, marketler de düşük kalorili gıda rafları, kalorisi düşük içecekler, tabi buna bağlı olarak sürekli yenilenen gardolaplar ve konunun uzmanları diyetisyenler, gıda mühendisleri, görsel ve yazılı basın programları, zayıflatmaz hedefli gıda reklamları kısaca çok uzun bir liste bu.
Biraz daha alçalttı sesini;
-Yağların neden olacağı hastalıklar, doktorlar, hastaneler, ilaçlar düşünsene kaç sektöre iş çıkacak bu enzimden…
– Peki bunun kararı kim ve nasıl verdi?
– Envanterler. Tüm veriler orada. Devlet, özel sektör biraraya gelerek her sektörün üretim ve ihtiyacı belirlendi. Stratejik planlar yapıldı ve şimdi uygulanmaya başladı. Finansı da tabi ki devlet karşılıyor. Pazar kurmak ciddi bir iştir devlet kararı ve ülke stratejisidir.
Bu yemeğin ardından bir ay geçmişti. Yürüdüğüm her yerde, gittiğim her markette, alışveriş merkezlerinde minicik paketlerde, tam iki lokmalık yoğurt, peynir, dondurma dağıtılıyordu. Çin’de büyükbaş hayvan ve doğal olarak süt ve süt mamuller yoktu. Müthiş bir düşünceydi ve gözümün önünde hayata geçiyordu. Oysa Uzak Doğu’da, soya fasulyesi tüm bu işleri görmeye yetiyordu. Soyadan süt elde ediliyor ayrıca peynir de yapılıyordu, yoğurt da. Biraz tatsız tuzsuz bir şeydi ama çok sağlıklıydı. Raflar rengarenk meyveli yoğurtlar, en az yüz çeşit peynir ve çeşit çeşit dondurmalarla doldu. Asya şişmanlıyor ve onlar şişmanladıkça yüzlerce sektör harekete geçiyordu. Kim bilir kaç girişimci bunu fırsata çevirmiştir diye düşünmekten kendimi alamıyordum.
ÜRETİM VE PAZAR NASIL BÜYÜR?
Geçen hafta Malezya’da, Asya Pasifik Ticaret ve Sanayi Odaları Konfederasyonu (Cacci) toplantısındaydık. TOBB Başkanı Sayın M. Rıfat Hisarcıklıoğlu, Genel Kurulda Cacci Başkan Yardımcısı seçildi. Önümüzdeki 2 yıl Başkanlığı Gürcistan yapacak. Sayın Cihan Candemir Türk İnşaat sektörünü temsilen, ben ise Türk Kadın Girişimcilerini temsilen oradaydık. Hepimiz sunumlarımızı yaptık, fikirlerimizi paylaştık.
İlk panelde Hindistan’ın, Tayvan’nın, Malezya’nın Dünya Ticaret Organizasyonun ( WTO) daimi temsilcileri vardı.
Tayvan Temsilcisi, devletin aldığı kararı açıkladı: Buna göre ileri teknoloji kapsamındaki her türlü pazar araştırmaları değerlendirilecek ve konuyla alakalı yatırım bizzat devlet tarafından yapılacak. Yüksek teknolojiye yatırım ve araştırma ülke politikası olacak.
Hindistan Temsilcisi: Ülkenin en büyük değerlerinden biri yazılım, diğeri tarım. Temsilci, “bizim tarım sektörümüzü korumadığı için WTO anlaşmasına karşıyız” derken. Devlet kararları doğrultusunda tarım iş birlikteliği istediklerinin duyurusunu yaptı. Ülke politikasının yazılım ve tarımı geliştirmek olduğunu söyledi.
Malezya Temsilcisi: Envanterler doğrultusunda ihtiyaçları belirlediklerini, kauçuk ve palm yağı haricinde kayda değer olan diğer tarım ürünlerinden çıktıklarını söyledi. Devlet kararları ile Bundan böyle yüksek teknolojiye yatırım yapılacak. Diğer konulardaki teşvikler kaldırılacak. Mesela Malezya ciddi bir pirinç tüketicisi ve üreticisi olmasına rağmen devletin almış olduğu “su” kararlarından dolayı pirinç üretiminden çıkmıştı. Bu konuyla alakalı teşvikleri de kaldırıldı. Zira bir kilo pirinç yetiştirmek için 5 ton suya ihtiyaç oluyor.
Kısacası, yatırımcıya doğru mesaj vermek için mevcut sanayi ve tüketim yelpazesinin envanterlerini doğru değerlendirmek gerekiyor. Bir sonraki adımda, hedef ülkeler belirlenerek pazar kurmak lazım. Pazar kurmak, sanayicinin tek başına yapacağı iş olmaktan çıkmış ciddi bir çalışma gerektiriyor. Üretimi sağlıklı şekilde arttırmak ve pazar kurmak devlet politikası-ülke stratejisi olarak görülmeli.
Kadın Gözüyle
Zuhal Mansfield
DEİK / Türk Mısır İş Konseyi Başkanı
TMG Madencilik Yönetim Kurulu Başkanı
mansfield@turcomoney.com