On yıl sonraları hayal etmek çok zor. 2000 yılının öncesi: Rusya’yı kriz kasıp kavuruyor. Ekonomiden sorumlu Bakanımızla konuşuyorum. Bana “Görüyor musun?” diyor. “Rusya krizde. Ekonomimiz ne kadar sağlam. Hiç etkileniyor muyuz?” Aynı günlerde TÜSİAD Başkanı müthiş bir iyimserlikle konuşuyor. “Çok iyi yoldayız. On yıl sonrasını görüyoruz” diyor. Bir yıl sonra ekonomi çöküyor. Hem de ne çöküş? Bankalar, sanayi, ne varsa süpürülüyor. Fatura siyasete çıkıyor. Seçmenler iktidardaki tüm partileri tasfiye ediyor. Hepsini Meclis dışında bırakıyor. Genç bir politikacı üç arkadaşıyla kurduğu bir partiyle katıldığı ilk seçimde tek başına iktidar partisi oluyor. Yıl 2002.
EKONOMİNİN GELECEĞİNİ BELİRLEYEN PARAMETRELER
Ekonominin bir sanat olduğunu tüm ekonomistler kabul eder. Değişkenler çok sayıda. Yakın zamanda nispeten istikrarlı olan batı ve güney komşularımıza bakalım. Yunanistan tahmin edemeyeceği bir süratle duvara tosladı. Hem de AB üyesi olmasına ve Euro’nun cömertliğine rağmen. Güney ülkelerinde durum daha korkunç. Petrol zengini Irak’ta kan gövdeyi götürüyor. Suriye’de katliam soykırım boyutlarında. 10 yıl önce bu durumları kim tahmin edebilirdi?
10 YIL SONRA İLERİ BİR AŞAMAYA GELEBİLİRİZ AMA…
Ekonomi yönetimi bir sanat ama aynı zamanda bir güçlü irade meselesi. Bir vizyon meselesi. Güçlü ekonomiler çok çalışarak başarıya ulaşıyorlar. Ama çok çalışmak da yetmiyor. Hedefler neler? Uçak hangi rotada uçacak? Ne yapılacak? Nasıl yapılacak? Bütün bunların bilinmesi de gerekiyor. Sihirli kelime: istikrar, istikrar, istikrar. Bu olmazsa narin ekonomi çiçeği küçülüp gidiyor. Hedefler ayrı bir mesele. Ne kadar yüksekte tutulacak? Bu hedeflere ulaşılması için neler yapılacak?
TÜRKİYE İLERİ EKONOMİLERİ YAKALAYABİLİR
Türkiye nüfusunun biraz altında ya da az üstünde olan Avrupa ekonomilerini düşünelim. Almanya: dünya dördüncüsü. Fransa ve İngiltere: sırasıyla dünya beşincisi ve dünya altıncısı. Türkiye bu ülkelerle boy ölçüşebilir. Kompleksli olmamak lazım. Sadece bu ekonomilere daha yakından bakmak lazım. Nasıl yapmışlar, nasıl başarmışlar?
Türkiye nüfusundaki bu dev ülkelerin ekonomileri kendi aralarında çok farklılaşmış. Mesela Almanya: Yakından tanıdığım için biliyorum. Almanya bir ulus olarak büyük bir fabrikadır. İnanılmaz çalışırlar. Erken yatıp erken kalkarlar. Kolektif bir disiplin içinde bir ulus olarak bir seferberlik anlayışı içinde çalışırlar. “Alman malı: gözüm kapalı alırım.” Bu tüm Alman malları için geçerlidir. Otomobil mi? İtirazınız mı var: markaları BMW, Mercedes…
Fransa: Her şeyi çok farklı. Dışardan bakınca Fransa vaktini yemek masasında geçiren, hep eğlenen bir ülkedir. Gerçekten de Fransa denince dünyanın aklına şampanya ve şarap gelir. Kadınlar için de tabii ki parfüm. Örneği genişletelim: Dümdüz Paris ovasının ortasına üç yüz otuz metrelik bir demir çelik direk dikmişleridir. Adı Eyfel kulesi. Dünyada en fazla onun kartpostalı satılır. Paris ve Fransa dünyada turizmde bir numaradır. Otelleri, lokantaları çok pahalıdır. Ve aylar sonrasına yer yoktur. Rezervasyon yapmak gerekir. Cannes film festivali türünde bir numaradır.
Ama Fransa’nın özelliği hayal gücüdür. Almanlar lüks ve kalitede bir numaraysa Fransa süper lüks ve pahalı ürünlerde bir numaradır. Ufacık uyduları uzaya Fransa ateş pahasına yolluyor.
Stratosferde ses süratinde uçan tek yolcu uçağını Fransızlar yapmıştır. Dünyanın en büyük ve tamamı iki katlı tek uçağı gene Fransa’da üretiliyor. Fransa hızlı trenlerde ve nükleerde dünya şampiyonudur. Liste uzayıp gidiyor.
Ya İngiltere? Yüz ölçümü Fransa’nın yarısı kadar olan bu ada devlet dünyanın para ve finans merkezidir. Kendisine o kadar güveniyor ki, AB üyesi olmasına rağmen parasını muhafaza etti ve Euro kulübüne girmedi. Dünyanın parası Londra’ya akar.
İKİNCİ SINIF BİR ÜLKE OLMAYI KABUL ETMEMELİYİZ
Hedefimizde nüfusumuzla benzediğimiz bu süper güçlü Avrupa ekonomileri olmalıdır. O zaman düşünmemiz lazım. Neyimiz eksik? Sorun üniversitelerimizin düzeyinde mi? Mega şirketlerimizin batı ülkelerine oranla küçük kalmaları mı? Mega projeler konusundaki tecrübelerimizin batıya oranla yeterli düzeyde olmaması mı? ARGE çalışmalarımızın zayıflığı mı? Sanayi ürünlerimizin yeteri kadar katma değer üretmemeleri mi? Yoksa bunların hepsi mi?
Bir de bunlara yönetim sorunlarını eklemek lazım: Kendine güven eksikliği mi? Muhalefet partilerinin proje bazında değil de çok uzak geçmişten gelen davranışları çizgisinde ısrarcı olmalarında mı? Siyasal planda uzlaşma ekonomik başarının olmazsa olmazı. Batı demokrasilerine yakından bakınca bu konuda çok başarılı oldukları görülüyor.
10 YIL SONRA TÜRKİYE HANGİ GELİŞMİŞLİK DÜZEYİNDE OLACAK?
Cevap: Yukarıdaki sorulara Türkiye’nin bulacağı çözümlerden geçiyor. Türkiye içinde beş altı İsviçre barındıracak potansiyel zenginliklere sahip. Türkiye’de her bölgenin farklı bir potansiyeli var. İstanbul – Marmara – Çanakkale, İzmir ve çevresi, Karadeniz, Orta Anadolu, Antalya, Güneydoğu, Doğu Anadolu. Bunların her birinin birer ayrı İsviçre ekonomik potansiyeline eriştiğini hayal edelim. Bu hayal gerçekleşseydi bölgesinde Türkiye adeta bir mıknatısa dönüşmez miydi?
Yorum
Prof. Dr. Bener
Karakartal
karakartal@turcomoney.com