Devletin özür borcu - Haber 1Haber 1

Devletin özür borcu

22 Nisan 2013 - 10:15

ABONE OL

Devletin hepimize özür borcu var. Ama sadece Kürt sorununu şimdiye kadar çözemediği için değil. Başka dilenmesi gereken özürler de var…

Kullebi Akif Ağa’dan da özür dilemesi gerekiyor bu devletin… Hacı Osman Efendi’den, Galip Bey’den, Kadir Koliva ve torunlarından, Maaşallah Ali Efendi’den..”

Peki bunlar kimdir?

Gerçekten yaşamış insanlar mı ? Türkiye Cumhuriyeti’nin veya Osmanlı’nın yurttaşları mı?

Evet.

Hepsi bizim insanımız. 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun çıkartılmasıyla hayatı kararan insanlarımızdan sadece küçük bir gruptur bu isimler. “Vatan’a İhanet” yasasının çıkartılmasıyla birlikte Cumhuriyet’in belki de en acımasız dönemi başlamıştır. Savaş zamanında bile uygulanmayan bir yargısız infaz sistemi, bu topraklarda yaşayan insanların üstüne bir kabus gibi çöktü. Sekiz ilde hayata geçirilen bu yasayla birlikte İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Adına “mahkeme” dendiğine bakmayın, işleyişi açısından Yassıada Mahkemesi’nden farksızdı. Yani mahkemeye çıkartılan kişileri baştan suçlu kabul eden ve derhal idama mahkum eden birer rejim komisyonlarıydı o mahkemeler. Yargıçlar devletin emir kullarıydı. Tıpkı 27 Mayıslarda, 12 Eylüllerde, 28 Şubatlarda olduğu gibi…

Bir süre ara verilen bu mahkemeler 4 Mart 1925’te İnönü hükümetinin kurulmasıyla yeniden açıldı ve 1927’ye kadar rejime hizmet verdi.

Mahkemelerin en büyük özelliği neydi biliyor musunuz ? Avukat yoktu. Temyiz hakkı yoktu. Yani yukarıda dediğim gibi, sadece adı mahkemeydi. Yargılanan vatandaşların çoğuna aynı gün içinde cezası verilir, ertesi gün asılırlardı. Amaç, ulusal otoritenin sağlanması ve yeni rejimin yani Cumhuriyet idaresinin yerli yerine oturtulmasıydı. Bunu yaparken en ufak bir itiraza yer yoktu. Fransız Devrimi sonrasında uzun yıllar süren “terör yılları” cumhuriyet döneminde de Anadolu topraklarında bir süre sürdü gitti. Özellikle 25 Kasım 1925’te kabul edilen “şapka kanunu” ile yüzlerce insan idam edildi veya sürgün edildi. İskilipli Atıf Hoca idam edilen o isimlerden sadece biridir. İşte yukarıda saydığım isimler, o yıllarda devlet tarafından yargılanmadan öldürülen isimlerdir. Bugün o mazlumların aileleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden özür bekliyor. Milli Mücadele döneminde kurulan Yozgat İstiklal Mahkemesi’nde 56 kişi idam edildi. Sorgusuz, sualsiz. Çapanoğlu Sülalesi idam edilen Yozgatlılardan en mağdur olanlarıdır. “Her işin altından bir Çapanoğlu çıkar” deyimi o günlerden kalmıştır. Birinci İstiklal Mahkemesi’nde idam edilen Halit Çapanoğlu’nun bugün yaşayan torunu dedesiyle aynı adı taşıyor. Zaman Gazetesi’ne konuşan Halit Çapanoğlu, “dedemin Fatiha okuyacağımız bir mezarı bile yok. Çünkü cenazesi bize teslim edilmedi” diyor. (1)

Yine Yozgat’ta idam edilen Küçük Ağa’nın torunları da devletten ilgi bekliyorlar bugün. Tıpkı Çapanoğlu gibi Küçük Ağa’nın cenazesi de ailesine verilmemiş. Bugün nerede meftun olduğu belirsiz. Kahramanmaraş’ta 40 kişiye yakın aynı mahkemelerde yargılanıp idam edilmiş. İdam edilenlerden Maşallah Ali Efendi’nin dramı yürek burkuyor. Camiye sığınan halkı saran cumhuriyet askerleri 63 kişiyi tutuklar. Dilinden “maaşallah” kelimesini eksik etmediği için halk arasında “Maşallah Ali Efendi” denen köylüye “şapka giyiyor musun” diye sorar askerler. Ali Efendi, “benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah” der. Askerlerin komutanı “derhal asın” emri verir. Darağacı kurulur. Ali Efendi herkesin gözü önünde darağacına çıkar, kelime-i şahadet getirir. İpi çekerler. Darağacı “çat” diye kırılır. Sonra bir daha… Gene kırılır. Üç kez… Ancak komutan vazgeçmez. Ali Efendi asılır. Son nefesini verir. Götürüp bir yere gömerler ve diğerlerine yapıldığı gibi onun kabrinin nerede olduğu ailesine söylenmez.
Maaşallah Ali Efendi asıldığında 4 yaşında olan oğlu Ahmet Gemci’nin eşi Pakize Hanım bugün hasta. 86 yaşında. Vefat eden eşinin sürekli babası için ağladığını anlatıyor. Aile çok yoksulluk çekmiş. Çünkü kimse onlara iş vermemiş. Devlet tarafından mimlenmişler. Pakize Hanım eşinin yaşadığı travmayı şöyle anlatıyor:

“Rahmetli, Adnan Menderes’e hayrandı. Onu da astılar. Menderes’in de asılması onu kahretti. Çünkü yarası deşilmişti. Babası da asıldığı için kaderleri aynı gibi oldu. Günlerce ağladı, dışarılarda gezdi. Yemeğimiz öyle orta yerde kaldı.”

Rize’de idam edilenlerden Hafız Şaban asıldığında sadece 25 yaşındaydı. Gerçek bir Kuran aşığıydı. O yaşta talebeleri vardı. Birileri bu durumu rejime karşı bir faaliyet olarak Ankara’ya uçurdu. Bir gün Güneli köyüne askerler geldi. Başlarındaki komutan Hafız Şaban’ı “gericilikle ve rejim düşmanlığıyla” itham etti. Kaldırıp meydana götürdüler. Bütün köyün gözü önünde astılar ve elbiseleriyle gömdüler. Bugün o camide torunu Faik Kalın imamlık yapıyor ve dedesinin anısını yaşatıyor. Olanlarnı gözyaşlarıyla anlatıyor. Onlar diğerlerinden biraz daha şanslı. Çünkü dedeleri için Fatiha okuyacakları bir mezar var. Her yıl asıldıkları 14 Aralık tarihinde mezarları başında mevlit okutuluyor. Devletten ilgi ve özür bekliyorlar.

İstiklal Mahkemeleri’nin korku saldığı bir diğer il de Erzurum. 1925’te şehir meydanında idam edilen 22 kişiden birisi de Kullebi Akif Ağa’dır. Kullebi Ağa tam da konağının karşısındaki meydanda ailesinin gözleri önünde idam edilir. Ağa’nın inkılap kanunlarıyla veya şapkayla bir alıp veremediği yoktur. Kimliği belirsiz kişiler tarafından “rejime karşıdır” diye ihbar edilmiştir ve mahkeme Kullebi Ağa’ya değil, ihbarcılara inanır. Sonrasında konak yağmalanır. İdamı İstanbul’da öğrenen oğlu Gani Kullebi felç geçirir ve aylarca memleketine dönemez. Yardımlarla hayata tutunur. Kullebi Akif Ağa’nın o dönem yaşadığı konak bugün de ayakta. Konakta bugün 70 yaşında olan torunu Rasim Kullebi oturuyor. Rasim Kullebi dedesinin itibarının iadesini istiyor haklı olarak. Devletten özür bekliyor.

Anadolu’nun her yanında işte böyle acılar var. Çoğu korktuğu için hala konuşamıyor. Devletin ceberrut yanı onları o kadar ürkütmüş ki hala başlarına bir şey gelir diye korkuyorlar. Kendi halkından korkan bir devlet, kendi vatandaşını da işte böyle korkutuyor. İstiklal Mahkemeleri’nin arkasında bıraktığı mazlumlar için hükümetin / devletin bir özür dilemesi gerekmiyor mu sizce ?

Bugün hayatta olan eşler, torunlar Çankaya Köşkü’ne davet edilse, Cumhurbaşkanı Gül’ün masasında bir sıcak çorba içseler ve devlet adına Sayın Cumhurbaşkanımız onlara bir-iki güzel söz söylese çok ama çok güzel olmaz mı ?

Ne dersiniz ?

(1) Zaman Gazetesi Pazar Eki. Ayşe Altunköprü.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.