Son günlerde gündemi işgal eden bir dolandırıcılık olayı patlak verdi ülkemizde.
Çiftlikbank adıyla bir şirket kuran uyanık bir girişimci (!), yüz milyonlarca lirayı toparlayıp yurt dışına kaçtı. Sonuçta on binlerce insan mağdur oldu. İşin ekonomik ve hukuki yönünü bir kenara bırakalım. Burada üzerinde durulması gereken sosyolojik bir mesele var ve mutlaka incelenmeye değer.
Yakın tarihimizde buna benzer olayları çok defa yaşadık. Saadet zincirleri, Kenan Şeranoğlu meselesi, Almancı Holdingler furyası, 80’li yılların bankerleri ve batan kooperatif vs.… Biraz daha geçmişe gidersek, bir Sülün Osman var. İstanbul’a ilk defa gelen köylülere Galata Köprüsü, Haydarpaşa Tren İstasyonu ve Dolmabahçe Saat Kulesi gibi kamu yapılarını satmıştı bu dolandırıcı. Hatta bir keresinde, traktör almak üzere bol parayla gelen İstanbul’a gelen birini avlayıp ona Taksim Tramvayını satmayı başarmıştı.
Belli dönemlerde, zamanın ruhuna uygun farklı dolandırıcılık yöntemleri ve furyalar yaşansa da, her dönemde türlü türlü dolandırıcılık olayları devam ediyor. PKK’nın hesabınıza musallat olduğu söylenerek para sızdırmalar, çok sık yaşanan ve ısrarla tekrarlanan bir yöntem. Bu yöntemle de binlerce insandan büyük paralar gasp edildi. Bu tuzağa düşüp bankalardan kredi çekenler ve evlerini satanlar bile var. Son zamanlarda ise gündemde olan FETÖ adı kullanılarak benzer dolandırıcılık uygulaması tekrar gündeme geldi. Müşteri bulmakta da hiç zorlanmıyorlar. Üstelik bu şekilde avlananlar arasında çok sayıda bürokrat, akademisyen ve siyasetçi bile var.
Elbette dünyanın her yerinde benzer dolandırıcılıklar yaşanabilir. Zira bu işleri tezgâhlayanlar, insanların çeşitli zaaflarından yararlanmak üzere planlar yaparlar. Ancak ülkemizde meydana gelen vakaların incelemeye değecek kadar büyük çaplı olduğunu düşünüyorum.
Bu olayların sebepleri arasında halkımızın safça ve temiz duygularının sömürülmüş olması düşünülebilir. İnsanlar bazen iyi niyetin kurbanı olabilirler. Bu izah, bu çok küçük bir azınlık için geçerli olabilir belki.
Fakat asıl mesele, sorgulama ve eleştirel düşünce eksikliğinde düğümleniyor. Zira bizdeki eğitim sistemi insanımızı bilgi hamalı yaparken; muhakeme yeteneği kazandırmıyor. Merak ve muhakeme olmayınca da insanlar her duyduklarına inanma eğilimi gösteriyorlar. Bize bir teklif geldiğinde; niçin, nasıl ve neden gibi sorular sormuyoruz? Bunlar sorulmadığı zaman da çok kolayca tuzaklara düşebiliyoruz.
Kemal Çiftçi