Sene 1946. İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş. Türkiye, savaşa girmemiş bile olsa savaştan etkilenmiştir. Ülkede yoksulluk, yokluk hâkim. Kurtuluş Savaşı’nı vermiş bir halk, zaferin tadını çıkaramadan yeni bir dünya savaşı ile
karşı karşıya kalır. Kurtuluş Savaşı’nı yöneten, ülkeyi modernleştirmek için ekonomik, kültürel ve sosyal reformlar yapan Mustafa Kemal Atatürk yakın bir zamanda hayatını kaybetmiştir. Reformlar ülkeyi etkilese de henüz bütün coğrafya bu reformlardan aynı oranda etkilenmemiştir. Ülkede bir yandan umut, bir yandan zor şartlar görülmektedir. Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez bir ilçesi. Şimdi bile birçoğumuzun ismini duymadığı bir ilçede, bu ortamda altı çocuğu olan bir ailenin yedinci çocuğu dünyaya gelir. Ülkenin büyük
bir çoğunluğu gibi ne anne, ne de baba okuma yazma biliyordur. Ancak aile eğitime önem veriyor, eğitimin değiştirici etkisine inanıyordur. Milyonlarca Anadolu çocuğunun hikayesi belki bu şekilde başlıyordur. Ancak bu hikayede azim ve mutluluk; bunlar dışında da çıkarılması gereken nice dersler var.
MARDİN’İN SAVUR İLÇESİNDEN “NOBEL
ÖDÜLÜ”NE UZANAN HİKAYE
2015’te kimya dalında Nobel Edebiyat ödülü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar’ın hikâyesi, bu yokluklar içinde başlıyor. Sonrasını zaten hepimiz gururlanarak gazetelerde okuduk. Önce İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezuniyet, memleketi olan Mardin, Savur’da iki yıllık hekimlik dönemi ve sonrasında
ABD’deki çalışmaları gelir. Birçok başarıya imza atar. Bu başarılardan biri Vehbi Koç ödülüdür.
Bu ödülden kazandığı paranın da yardımı ile Amerika’da bir Türk Evi açar. Bu ev, hem öğrencilerin kalabileceği bir yurt olması hem de Amerikalıların Türkiye’yi tanıyacağı bir merkez olması açısından Türkiye’nin tanıtımına hizmet eder. Eşiyle birlikte kurdukları bu merkez pek bilinmese de onlarca öğrenci için bir sıcak yuva
olur. Aziz Hoca, 2015 yılının sonbaharında Orhan Pamuk’tan sonra Nobel ödülünü alan ikinci Türk, bilimsel çalışmalarıyla da ilk Nobel ödülü alan Türk olarak hepimizi gururlandırır. Olay haberlere, gazete manşetlerine taşınır. Kim bilir bu ödül, bu haberleri okuyan, yokluk içinde kitaplarına gömülmüş kaç kişi için bir ışık olmuş, onlara çalışmanın, emeğin gücünü göstermiştir.
AZİZ HOCA’NIN HİKAYESİNDEN ÇIKAN DERSLER
Aziz Hoca’nın bu hikâyesi, hiç şüphesiz birçok açından, farklı yönleriyle ele alınarak örnek alınmalıdır. Yoksullukiçinden gelerek, azim ve çalışkanlığı ile dünyanın en prestijli ödülünü almanın ne demek olduğunu en iyi bilenlerden biri Aziz Hoca’dır. Bu ödülün arkasında kaç uykusuz gecesi olduğunu; yaşamda nelerden vazgeçerek bu başarıya imza attığını sadece kendisi biliyordur. Ancak Aziz Hoca’nın bu toprakların bir ferdi olarak bu topraklara duyduğu sevgiyi, alın terinin karşılığını bir Türk evi kurarak öğrencilerin hizmetine sunduğunu öğrendikten sonra hepimizin sevgisi ve saygısı kat kat arttı. Dünya ve ülke olarak farklı zorluklardan geçtiğimiz bu dönemde, bu başarı, bu başarıyı bizlere armağan ede bu saygıdeğer bilim adamı içimize su serpti. Aziz Hoca’nın bu hikâyesinden çok farklıdersler çıkarılabilir. Kişisel olarak bu olayı ilk duyduğumdan beri, olayı üç yönüyle değerlendirerek ele alıyorum:
KİŞİSEL AZMİN ZAFERİ
Aziz Hoca’nın başarısı, hiç şüphesiz bireysel bir azmin göstergesidir. Kendi gibi zor şartlardan gelerek başarılı olan milyonlarca kişi, belki bir riski daha göze alamayarak uzak diyarlara açılmayı göze alamamış, elde ettikleri başarılarıyla sadece bireysel refahlarını arttırmışlardır. Oysa Aziz Hoca, zor şartlarda kazandığı üniversite yaşamından sonra memleketinde hekimlik yapmak ya da ülkesinde araştırmalarını yürütmek yerine bir dünya vatandaşı olmak için okyanuslar aşarak bilmediği bir ülkeye, küresel bir yarış için gitmiştir. Bu küresel
iddia, bugün Nobel ile taçlanarak sadece kendisini ve yakınlarını değil, bütün ülkeyi sevindirmişse, bunun arkasında Aziz Hoca’nın bu azmi, büyük düşünmesi ve emekleri vardır. Dolayısıyla büyük düşünüp, küresel bir zafere imza atarak hepimize örnek olmuştur.
CUMHURİYET’İN ERDEMİ
Aziz Hoca, okuma yazma bilmeyen çok çocuklu bir ailenin ferdi olarak ülkenin en iyi üniversitelerinden birinde okuma şansı yakalamış, hekimlik gibi saygın ve prestijli bir mesleği kazanmıştır. Aziz Hoca’nın bu toplumsal basamakları çıkmasına vesile olan, vatandaşlara eşit fırsat sağlayan Cumhuriyet’tir. Şartlar eşit olmasa da sağladığı fırsat eşitliği ile bu başarı üzerinde büyük bir rol oynayan Cumhuriyet, bir siyasi sistem olarak,
toplumun en yoksul kesiminden bir bireyin en yükseklere çıkmasına fırsat vermiştir. Bütün bireyler için bir fırsat eşitliği yaratarak, bireylerin çalışmalarını, emek vermelerini teşvik eden bu sistem, toplumsal gelişmenin de kilit bir bileşeni olmaktadır. 1923’te kurulan Cumhuriyetimize bu açıdan birçok şey borçluyuz. Bu borcun bir gereği olarak da, Aziz Hocaların yetişmesi için Cumhuriyet’e ve onun erdemlerine sahip çıkmalıyız.
EVDEN UZAKTA BİR BAŞARI
Aziz Hoca, her ne kadar bu başarı ile göğsümüzü kabartsa da, bu başarıları elde ettiği yer ne yazık ki çok sevdiği ülkesi değildir. Yüzlerce üniversitesi olan, bu üniversitelerinde binlerce öğretim görevlisi olan ülkemizde böyle bir başarı için uygun ortamı yaratan araştırma merkezleri, üniversiteler ya da benzer kurumlar kuramadık. Çok sevdiğim ülkem dışında bir ülkede yaptığım çalışmalarla bir Nobel ödülü alsam, muhtemelen bu içimde burukluk yaratırdı. Bu burukluk da ancak benden sonra gelecek kişilere böyle bir ortamın yaratılmasıyla giderilirdi. Bu açıdan da kamu sektörünün, özel sektörün ve üniversitelerin bu detayı düşünmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bugün, çağın bütün teknolojik şartlarını bünyelerinde barındırdığını belirten, öğrenci tercih döneminde televizyonlara ve gazetelere her türlü imkanları seferber ederek reklam veren üniversitelerimiz, her
sene binlerce genç beyni “eğitim” için bünyelerine almaktadır. Üniversitelerimiz, bünyelerine dahil ettikleri bu cevherlerin farkında olup, buna göre stratejiler geliştirmelidir.
SONUÇ…
Prof. Dr. Aziz Sancar, aldığı ödül ve ödül sonrasında gösterdiği davranışlar, yaptığı açıklamalar ile bizlere birçok mesaj verdi. Bu mesajları alarak bunların gereğini yapmak, bizlerin Aziz Hocalara karşı en temel görevidir. Anadolu’nda, bilimde, sporda ve sanatta imkan yaratıldığında harikalar yaratacak, küresel çapta başarılar elde edecek çocuklarımız ve gençlerimiz olduğunu düşünüyorum. Bu yeteneklere sahip çıkmak, onlara fırsat eşitliği
sağlamak, yaratıcılıklarını ortaya çıkaracak fırsatları sunarak destek vermek bizlerin görevi olmalıdır. Bugün gerek kurumlar olarak, gerek bireyler olarak, birçoğumuz verdiğimiz burslarla, yaptığımız yardımlarla özellikle üniversite gençliğini korumaya, onları geleceğe hazırlamaya çalışıyoruz. Bunu, geleceğimizin teminatı olarak görüyoruz. Peki bunu yaparken karşılığında ne bekliyoruz? Kendi yetenekleriyle uyumlu, mutlu olacakları bir alanda başarılı olmalarını mı bekliyoruz yoksa bizler için önemli olan bir alana mı yönelmelerini istiyoruz? Yeteneklerine ve amaçlarına uygun fırsatları tanıyor muyuz? Bu ve benzeri soruları düşünerek desteklerimizi şekillendirmek en az desteklerimiz kadar önemli olacaktır. Bu desteklerin bireysel olmasından ziyade kurumsal olması; üniversitelerin, araştırma merkezlerinin, sivil toplum kurumlarının stratejilerini belirleyen ana prensipler olması gerekiyor. Kurum ve kuruluşlarımız bu noktayı dikkate alarak yaratacakları bir sinerji ile yetenekleri keşfedecek, keşfettikten sonra da onları üretime ve başarıya yönlendirecek, onlara bu ortamı yaratacak şartlar sağlamak için politikalarını gözden geçirmelidir. Aziz Hoca, hepimizi mutlu ederek bize bir mesaj verdi. Bu mesajı doğru okumalı, ülkemizde Nobel ödülü alacak Aziz Hocalar’ın yetişmesine ve buralarda çalışmalarına uygun ortamlar yaratarak Aziz Hoca’nın yolladığı bu mesaja karşılık verebilmeliyiz.