Türkiye’de maşallah gündem başdöndüren bir hızla değişiyor. Şimdiki tartışma ve polemik konusu ise başkanlık sistemi.
Aslında başkanlık sistemini ilk ortaya atan kişi, dönemin başbakanı rahmetli Turgut Öza’dı. Özellikle ikinci döneminde, yani 1987’den sonra Özal, sıkça başkanlık sistemini günde getirdi, Türkiye’nin ihtiyacı olan sistemin “başkanlık sistemi” olduğunu savundu. Sonraki dönemlerde de başkanlık sistemi zaman zaman gündeme getirildi, ama öyle kaldı. Başbakan Tayyip Erdoğan da son dönemlerde fırsat buldukça ‘başkanlık sistemi’ne vurgu yapıyor.
Gönlünde ise, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den sonra Devlet Başkanı olmak yatıyor. Bu sistemin en hararetli savunucularından biri de AK Parti Partili vekil, Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu.
Gelişmiş batılı ülkeleri ve doğudan batıya, kuzeyden güneye birçok Türk ve İslam ülkesini gezip gören, bilen bir gazeteci olarak çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, “başkanlık sistemi” asla ve kat’a bize uygun bir sistem değil. Sadece bize mi? Dünyaya da uygun bir sistem değil. Şimdi bana, “İyi de Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık sistemi tıkır tıkır çalışıyor” dediğinizi duyar gibiyim. Yine “İyi güzel de Fransa’da da yarı başkanlık sistemi var” dediğinizi de duyar gibiyim…
Peki başka?
Başka, yok.
Ha başkanlık sistemi başka birçok ülkede de var. Ama bu ülkelerin hepsinde “başkanlık sistemi” diktatörlükle, otoriter rejimle özdeşleşmiş durumda. Doğru, başkanlık sisteminin en iyi işlediği ülke Amerika. Yarı başkanlık sisteminin en iyi uygulandığı ülke ise Fransa. Ama unutmayın ki her iki ülkenin sosyo-ekonomik yapısı, sosyo-kültürel yapısı çok farklı. Kaldıki örneğin Fransa’da bu sistemin de birçok sakıncası sözkonusu.
Dikkat ederseniz her ikisi de gelişmiş ülkeler. Her ikisi de batılı ülkeler. Ama bu iki ülke dışında başkanlık sisteminin adam gibi işlediği bir ülke gösteremezsiniz.
Güney Amerika’ya bir bakın. Buradaki bazı ülkelerde, örneğin Venezuela ve diğer birkaç ülkede başkanlık sistemi var. Yine hepsinde seçim yapılıyor. Ama bu ülkelerin hepsinde istikrarsızlık var. Bu ülkelerin çoğu diktatörlükle yönetilen ülkeler.
Rusya’ya bir bakın. Yarı başkanlık sistemine benzer bir uygulama var. Fransa’ya benzeyen sistem. Orada da diktatörlük var.
İslam ülkelerinin büyük bir bölümüne bakın. Türkiye hariç neredeyse tamamına yakınında krallık, emirlik, hanedanlık var. Bu ülkelerin hemen hepsi, elikanlı acımasız diktatörlerin baskısıyla inim inim inliyor. Bu ülkelerin halkları, iktidarı ele geçiren diktatörlerin hırsızlık ve yolsuzluklarıyla bunalmış durumda. Krallar sefahat, halk ise sefalet içinde. Hiç kimsenin tek bir kelime söyleme hakları yok. Halk, vatandaş değil teba, kul muamelesi görüyor. Am tüm diktatörlerin Amerika’da, İsviçre’de veya benzeri ülkelerde milyar dolarlık gizi paraları, gizli servetleri var.
Türk cumhuriyetlerine bir bakın. Başkanlık sistemi, bu ülkelerin büyük bölümünde de otoriter bir rejim olarak hüküm sürüyor. En son Kırgızistan’da yaşanan halk isyanını hatırlayın. Bir yanda yoksulluk, yolsuzluk… Diğer tarafta sefahat, zenginlik ve debdede. Birçoğunun milyar dolarlık gizli servetleri var. Halk ise korku içinde hayatını sürdürüyor. Kimsenin bir kelime edecek mecali yok. Edene hayatı zindan ediliyor.
Yani…
“Yani“si şu… Başkanlık sistemi, bize göre değil… Hiç değil…
Medyaya yansıyan haberlere göre Başbakan Tayyip Erdoğan, “başkanlık sistemi”ne sıcak bakıyor, bu sistemin kamuoyunda tartışılmasını istiyor. Bu sistemin en hararetli savunucusu AK Parti Milletvekili Burhan Kuzu’ya göre ise, sağlıklı işeyecek tek model başkanlık sistemi… Kuzu, bu sistemi niçin istediğini bakın nasıl dile getiriyor: “Parlamenter sistem bu ülkenin sorunlarını çözer gibi olur, yine tıkanır. Sağlıklı işleyecek tek model başkanlık sistemi. Fransa’daki model yarı başkanlık sistemi, o model çok sağlıklı değil. Kuvvetler ayrılığı parlamenter modelde yok. ABD Başkanı kongreden izin almadan bir şey harcayamaz. Türkiye’de denetim mekanizmaları çalışmıyor. Gerginlik yapmamak gerekiyor. Yeni anayasa metninin hazırlanacağını düşünüyorum. Parlamenter modelin çıkmazları Türkiye’de çok daha sıkıntı çıkarıyor. ” (http://www.nethaber.com/Politika/160995/Burhan-Kuzu-En-saglikli-model)
Ama gerçek hiç de öyle değil. Dünyanın en dürüst adamını da getirseniz başkanlık koltuğuna oturduğunda hemen başkalaşır. Sistem, ona olduğundan fazla güç verir. En mülayim, en demokrat siyasetçi bile bu gücü eline geçirince bir süre sonra diktatör olarak karşımıza çıkabilir.
Bence Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, başkanlık sistemi değil. Bir defa çok rahatlıkla söylebilirim ki, Türkiye yarım yamalak demokrasisine rağmen, dünyadaki en iyi birkaç ülkeden biri, hele İslam dünyasındaki tek ülke. İslam da Türklük de, demokrasi de herşeye rağmen bu cografyanın en iyi örneği olan Türkiye’de yaşatılıyor.
Evet, Türkiye’de demokratik sistemin birçok zaafı var, eksiği gediği var. Yanlışı var. Yarım yamalak çalışıyor. Ama bunu önlemenin yolu, başkanlık sistimene geçmek değil, tam tersine parlamenter demokrasiye işerlik kazandırmak, eksikleri gidermek, hataları düzeltmektir. Nitekim geçtiğimiz günlerde konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, “Başkanlık sistemi ile ilgili çekincelerim var” diyerek çok önemli bir yaklaşım sergiledi. Keza AKP’nin önemli isimlerinden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da, “Bütün aksaklıklarına rağmen parlamenter sistemi daha doğru geliyor bana. Bu sistemi islah etmek, aksayan yönleri düzeltmek gerekir” diyerek önemli bir tesbitte bulundu.
Gerçekten de Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, başta anayasa olmak üzere Siyasi Partiler Yasası’nı demokratik bir yapıya kavuşturmaktır. Liderler diktatörlüğüne, liderler sultasına son vermektir. Çünkü bugünkü sistemde, vekilleri millet değil, lider seçiyor. Lider istediğini aday gösteriyor, istediğini kapının önüne koyuyor. Vekil de bu yüzden milletin vekili gibi değil, liderin askeri gibi, emirkulu gibi çalışıyor.
Yapılması gerekenleri kısaca sıralayayım:
1) Siyasi Partiler Yasası’nda düzenleme yapılarak, bir parti başkanının görev süresi en çok iki dönem (örneğin 8 yıl) ile sınırlandırılmalı.
2) Vekiller, liderin merkezden belirlediği sistemle değil, ön seçimle, halkın isteğine göre aday gösterilmeli.
3) Seçim barajı mutlaka yüzde 5’ler seviyesine düşürülerek farklı görüşlerin Meclis’te yer alması sağlanmalı
4) Siyasi partilerin finansmanı konusunda düzenleme yapılmalı, sistem şeffaflaştırılmalı. Aksine davrananlar için ağır cezalar getirilmeli
Daha yapılacak çok şey var elbet. Ama sadece yukarıda saydığım hususları hayata geçirmek bile gelişmiş bir demokrasi için “olmazsa olmaz“lardandır.
Aman ha yeterince derdimiz var zaten. Biz daha gelişmiş, daha çağdaş bir demokrasiyi arzu ederken, bir de diktatörlerle uğraşmayalım.
kakilinc@haber1.com