Bu başlık çok iddialı görünebilir, hatta bazılarına korkutucu da gelebilir. 1980’li yılların ortalarında, zamanın Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’a, Sovyetler Birliğinin dağılma ihtimali sorulmuştu. Mesut Yılmaz’ın o zaman verdiği cevap aynen şöyle idi: “Allah korusun; böyle bir şey mümkün değil.” Çok geçmeden bunun mümkün olduğunu gördük ve yaşadık.
İbni Haldun Mukaddime’de “Uygarlıkların olgunlaşarak yükseldiğini, içten içe çürürken de çöküşe geçtiklerini” anlatır. Ve hiçbir uygarlık kendini bu sondan kurtaramaz.
Tarihe göz attığımızda bunun sayılamayacak kadar örneklerini görebiliriz. İlahlığını ilan eden ve yenilmez zannedilen Nemrut’un, burnuna giren sinek tarafından öldürüldüğünü; dünyaya gelen bütün erkek çocuklarını katleden Fravun’a rağmen, Hz. Musa’nın onun sarayında ve gözleri önünde büyüdüğünü; Kabe’yi yıkmaya gelen Yemen valisi Ebrehe’nin yüzlerce filden oluşan ordularını ebabil kuşlarının attığı minicik taşların yok ettiğini, Kuran-ı Kerim’deki kıssalardan biliyoruz.
Nitekim Kuran’da şöyle denmektedir: “De ki: Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”
Yıkılmaz zannedilen Sasani İmparatorluğu, yoksul bir Arap ordusu tarafından hızlı bir biçimde yıkıldı. İranlı devlet adamları o zamanki başkentleri olan Tisfun’da (bugün Irak sınırları içinde bulunan El-Medain) kibirle Ortadoğu’nun bütün önemli şehirlerini nasıl ele geçirdiklerini konuşuyor ve yeni işgallerin planlarını yapıyorlardı.
Sasani orduları, bugünün Libya sınırlarına kadar yayılmış geniş bir coğrafyada ağır vergilere çarptırılmış yüz binlerce insanın kanı ve emeği üzerinde yükselmeye çalışırken, bir yandan aslında yozlaşan, adaletsiz ve çökmeye mahkûm bir dünya inşa ediyorlardı. Doyumsuz savaş canavarı ve kazanma hırsı yüzünden Tisfun’un hazinelerini kurudu ve zenginliğini bitti. 7 yıl sonra, 633’te şaşırtıcı bir biçimde kanlı rakipleri olan Bizansalılar tarafından değil, güney-batıdan gelen yoksul bir Arap ordusu tarafından yıkıldı koca Sasani İmparatorluğu.
Dünya tarihinin en uzun ömürlü bir başka imparatorluğu olan Roma da, kuzeyden gelen barbar kavimler tarafından parçalandı. Roma İmparatorluğu’nun son kalıntısı olan Bizans ise kendisini kuzeyden gelen çapulcu akımlarına karşı korumak üzere henüz kuruluş aşamasında olan Osmanlı ile bir anlaşma yaptı ve bu küçük komşusuna Gelibolu’da Çimpe kalesini hediye etti.
Böylece o zamanlar sadece Bursa ve İznik bölgesinde bulunan Osmanlı, ilk defa Çanakkale’nin kuzeyine adım atmış oldu ve daha sonra Balkanlarda güçlenmeye, yayılmaya başladı. Edirne’yi kendine başkent yaptı. Belli bir güce ulaştıktan sonra da Bizans’ı dört taraftan kuşatıp bitirdi.
3 kıtada 600 yıl hüküm süren Osmanlı da zamanla kendi içine kapandı ve Yunanistan vilayetinin kopmasıyla dağılma sürecine girdi. Sultan 2.Abdulhamit her ne kadar bu süreci geciktirmeye çabaladı ise de mukadderatın önüne geçemedi.
Bir zamanlar, “üzerinde güneş batmaya imparatorluk” olarak anılan İngiltere İmparatorluğunu ise yalınayak yürüyüşler yapan Gandhi parçaladı. Zira Hindistan’ın kopmasından cesaret alan diğer sömürgeler de birer birer bağımsızlıklarına kavuştular ve İngiliz İmparatorluğundan geriye sadece Britanya kaldı.
Bugün ise ABD imparatorluğu benzer bir şekilde çöküş aşamasına gelmiştir. Bu, çok yakın zamanda gerçekleşecektir. Bunun ilk işaret fitili de 11 Eylül 2001’de verilmişti. Zira çöküşün mukadder olduğunu gören ABD derin devleti, bunu geciktirmek için her yola başvurmaktadır. 11 Eylül’ü bahane ederek Afganistan’a, ardından Irak’a girdiler. Şimdi Suriye’de ve Filistin’de çeşitli manevralar yapıyorlar. Son günlerde yaşadığımız ekonomik savaş da bunun bir başka cephesidir. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, sonuç değişmeyecektir.
ABD’nin küresel hegemonyasının yıkılmasında Türkiye çok önemli bir rol üstlenmiştir. Son zamanlarda Türkiye’nin başına bunca çorap örülmesi tesadüf değildir. Zira Türkiye’nin sadece Türkiye’den ibaret olmadığını çok iyi biliyorlar.
Türkiye, “One Minute” çıkışıyla bu ateşin fitilini ilk defa yakmıştı. O çıkış üzerinde İslam dünyası iki asırlık uykusundan uyanmış ve Türkiye’nin etrafında kenetlenmeye başlamıştı. Ardından Gezi Olayları, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz gibi karşı hamlelerin gelmesi tesadüf değildi. Ama Türkiye rahat durmadı, “Dünya 5’ten Büyüktür” diyerek dünyanın tüm mazlum milletlerini uyandırdı. Uzakdoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’ya kadar çok sayıda ülke BM’de Türkiye’nin yanında yer almaya başladı. Bugün de ABD’nin Türkiye’ye karşı başlattığı hamlenin bir “ekonomik savaş” olduğunu haykıran Türkiye, BRICKS ülkelerini de yanına çekmeye başladı. Artık Çin, Rusya, Brezilya ve Hindistan gibi dünya devleri, ticarette dolar hâkimiyetine son verilmesi gerektiğini yüksek sesle dile getirmeye başladılar. ABD bu rüzgâra karşı duramayacak ve hızla güç kaybederek kaçınılmaz sona yaklaşacaktır. Tarih kitapları ileride Türkiye’nin burada oynadığı önemli rolden bahsedecekler. Tarih kitapları aynı zamanda bu mücadelede ABD ile işbirliği yapan hainleri de elbette yazacaktır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın dediği gibi, “Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler”. Bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik ediyor ve tüm mazlumların en kısa zamanda selamete çıkmaları için dua ediyorum. Zira Kurban, Hz. İbrahim nezdinde mazlumların şeytana ve zalimlere karşı zaferini temsil etmektedir.
Kemal Çiftçi