Tarihe 31 Mart ayaklanması diye geçen kalkışma bazı tarihçiler tarafından “gerici bir eylem” olarak sunulmuştur.
31 Mayıs 2013’te Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan kalkışmaya bakalım tarihçiler ileride ne diyecek ? Ama yabancı basın adını şimdiden koydu: “Türk Baharı” dediler.
Financial Times: “AVM protestosu olarak başlayan gösteriler Erdoğan iktidarına karşı bugüne kadarki en büyük gösterilere dönüştü”…dedi.
Alman ZDF Televizyonu: “Barbar dediğimiz Türkler bir ağaç için üç gündür polisle çatışıyor” dedi.
Avrupa Birliği ve ABD yaptıkları açıklamalarla polisin orantısız güç kullanımını eleştirdi.
Bu hükümetin sağda bir alternatifi yoktur… Belki de Türkiye’nin meselesi bu. İktidara solda CHP gibi bir alternatif aramak yerine, rahmetli Özal’ın çizgisinden giden bir sağ-muhafazakar-liberal partiye ihtiyacımız var. Türkiye’de sağın alternatifi yine sağdır çünkü.
Halkın yüzde 50’sini arkasına alan partiyi kimse görmezden gelemez. Ama kalan 50’yi yok farzetmek de o kadar yanlış..
Ama son zamanlarda Başbakan Erdoğan’ın takındığı söylem, bir zamanlar “öteki Türkiye”nin iktidara getirdiği bir parti olarak AK Parti için oturup düşünme zamanının geldiğini gösteriyor.
Ötekilerin partisi olarak iktidara gelen Ak Parti’nin şimdi aynı şekilde eleştirilmesi üzerinde titizlikle durmalı.
Yüzde 1’in bile tercihinin ne kadar önemli olduğunu Gezi Parkı örneğinde gördünüz mü ? İşte demokrasi tam da budur.
Oysa Sayın Başbakan’ın son dönemdeki söylemleri yüzde 1’i değil, AK Parti’ye oy vermeyen yüzde 50’nin tamamını küstürecek cinsten:
“İçki içmeyin, sigara içmeyin, üç çocuk yapın, Muhteşem Yüzyılı izlemeyin, dindar gençlik istiyoruz, ucube heykeli yıkın, Çamlıca’ya cami yapılacak, ne yaparsanız yapın Gezi Parkı’nı yıkacağız, iki ayyaşın yaptığı yasa, kusura bakmayın Topçu Kışlası’nı yapacağız, köprünün adını da koyduk: Yavuz Sultan Selim…”
Bunların hepsi emri vakidir. Doğru ifadeler değildir. Türkiye Taksim’deki kışla ile Çamlıca’daki camii arasında sıkışıp kalmasından korkuyorum.. Eski Türkiye’nin hastalıkları yeniden hortlayacak diye endişe ediyorum. Böyle bir söylem, IMF’ye olan tüm borcumuzu kapatan bir hükümetin başarısını gölgeler.
Yeni vapurun tipi İstanbul halkına sorulmuştu.. Belediye otobüsünün rengi, tramvayın şekli sorulmuştu.. Ne güzeldi o günler…Şimdi neden sorulmadı ?
Neden Gezi Parkı’nı, üçüncü köprünün ismini, Çamlıca Camii İstanbul halkına sorulmadı ?
Bilhassa şehir hayatına dair kararlar, internet yoluyla, topluma sorulmalı. Bırak 3. köprünün ismi internette belirlensin mesela.
Eskiden ANAP 1983 ruhunu arıyordu. Sanırım bugün de AK Parti 2002 ruhunu arıyor…
Gezi Parkı direnişi, birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletinden ne kadar uzak olduğumuzu bir kez daha gösterdi.
Türkiye’yi bu hale getiren iki yanlış var. İktidardakiler,”Güç bende, ben istediğimi yaparım”, muhalefet de her olaydan Tahrir ayaklanması çıkarma peşinde.
Bugünün yarınını görmek gerek. Tüm siyasilerin yarın itibariyle demokratikleşme konusunda atılması gereken adımlara öncelik vermesi şart.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Habertürk televizyonuna yaptığı açıklamada Taksim’de AVM’ye ihtiyaç olmadığını söyledi. Olaylar başladıktan ve Taksim yıkıldıktan sonra söyledi tüm bunları.
Projeyi iyi anlatamadıklarını ifade eden Topbaş, Gezi Parkı’ndaki çalışmaların Topçu Kışlası ile ilgisi olmadığını, yayalaştırma projesi kapsamında tretuvar düzenlemesi yapıldığını kaydetti.
Herkesin gözü kulağı Başbakan’ın TİM’de yapacağı konuşmadaydı.
Başbakan Erdoğan: “Gezi Parkı eylemi ideolojiktir. Kusura bakmayın Topçu Kışlası oraya yapılacak” dedi. Başbakan’dan daha yapıcı, daha ılımlı bir söylem beklemiştik.
Bu konuşma maalesef bu bir balkon konuşması değildi.
Cumhurbaşkanı Gül, Gezi Parkı’ndaki gerginliğin büyümesi üzerine devreye girdi. Başbakan ve devlet yetkilileriyle görüşen Gül, olayların yatışması için herkesin olgunluk göstermesini istedi: “Tepkiler sağduyulu olmalı, yönetenler de kaygılara kulak vermeli.”
Gün oturup düşünme ve demokrasiye inanma günü…Sakince..
Hepinize iyi haftalar dilerim.
