-Finansallaşan dünyada ise insan yukarıda sayılan piyasa, mülkiyet, çıkar, girişimcilik ve rekabet olgusallıklarına ilave olarak para ve borç ile sarmalanır. Piyasalaşan ve parasallaşan dünyada finans da ilksel halini insani bilgeliğin derinliklerine gömmüş ve kervana katılmıştır. Artık finans da piyasalaşmış ve parasallaşmıştır.
–Rekabete uyum sağlayamazsa, borçlanamazsa, verimli olamazsa, mülkiyetini çeşitlendiremez ve artıramazsa kendisini bekleyen bir son vardır: piyasadan dışlanma. Piyasadan dışlanan insan ise artık finansallaşan dünyanın insan olarak kabul ettiği biri değildir; o artık bir kaybedendir, sadece biyolojik bir varlık olarak hayatının sonlanmasını bekleyecektir.
Pierre Bourdieu yerleşik iktisadın insan tipolojisi olarak kavramsallaştırdığı homo economicus’u antropolojik bir canavar olarak tanımlamıştı. Başka bir deyişle, insana dair bir tanım onu bir canavar biçiminde tasvir ediyordu.
Bu öyle bir varolandır ki hem dış doğayı hem de kendi içsel doğasını adeta bir canavar gibi tüketmektedir. İnsan, kendi potansiyelinin bazı yönlerini ihmal etmekte ve iktisadın terimleriyle ifade etmek gerekirse maksimizasyon hedefleri kapsamında her şeyi ama her şeyi araçsallaştırmaktadır: kendi yaşamı dahil olmak üzere.
İNSAN BEŞERİ SERMAYESİNİN GETİRİSİNİ MAKSİMİZE ETME DERDİNE DÜŞMÜŞTÜR
Michel Foucault’nun tabiriyle ifade edecek olursak: (insan) homo economicus bir girişimcidir, kendisinin girişimcisi. Neoliberalizm çağında insan bir girişimci olarak beşeri sermayesinin getirisini maksimize etme derdine düşmüştür.
Bu dönemde öne çıkan kavramlar haklar, özgürlükler ve onları teminat altına alan yasalar değildir; bunlar yerine artık getiriler, yatırımlar ve tabii ki rekabet vurgulanmaktadır. Bu amaçların gerçekleştirileceği düzlem, antik çağdan itibaren tartışılagelen iyi yaşam değil piyasadır.
Başka bir ifadeyle, piyasa bireylerin içkin doğalarını gerçekleştirecekleri bir düzlem veya bir imkandır. Bu sürecin kaçınılmaz sonucuysa, bireyin piyasa bağlamı dışında ele alınmasının mümkün olamayacağının düşünülmesi ve dolayısıyla her şeyin piyasa için piyasalaştırılmasıdır.
Piyasayı mümkün kılacak koşullar yaratılmaya çalışılırken, girişimciliğin toplumsal dokuya nüfuz etmesini sağlayacak bir müdahale süreci oluşturulmaktadır. Devlet de yapay ve kırılgan bir piyasayı garanti altına alabilmek için müdahalesini topluma yöneltmektedir.
ÖZNELEŞTİRME, HEM İNSANA BENİMSEYECEĞİ BİR KİMLİK SUNMAKTA HEM DE ONU TABİ KILMAKTADIR
Piyasa toplumu denilebilecek bu toplumsal yapıda insan, piyasa ve rekabet bağlamında özneleştirilir. Foucaultcu anlamda özneleştirme, hem insana benimseyeceği bir kimlik sunmakta hem de onu tabi kılmaktadır.
Neoliberalizm bireyi yönlendirmek, kontrol etmek ve bağımlı kılabilmek için dolaylı teknikler kullanmaktadır. Bu bağlamda denilebilir ki neoliberalizm yönetmeden yönetmektedir; daha doğrusu dispozitifler aracılığıyla dolaylı biçimde yönetmekte veya hükmetmektedir. Neoliberal yönetimselliğin antropolojisi bağlamında biçimlenen homo economicus bu çerçevede kritik bir rol üstlenmektedir. Kurgulanan birey evrenselleşmiş kavramlar olarak mülkiyet veya rekabet bağlamında ele alınmakta, davranışın yegane güdüsü olarak kişisel çıkar vurgulanmaktadır.
FİNANSALLAŞAN DÜNYADA İNSAN PARA VE BORÇ İLE SARMALANIR
Finansallaşan dünyada ise insan yukarıda sayılan piyasa, mülkiyet, çıkar, girişimcilik ve rekabet olgusallıklarına ilave olarak para ve borç ile sarmalanır. Piyasalaşan ve parasallaşan dünyada finans da ilksel halini insani bilgeliğin derinliklerine gömmüş ve kervana katılmıştır. Artık finans da piyasalaşmış ve parasallaşmıştır.
Maurizio Lazzarato’nun ifadesiyle para/borç; tüzel, ekonomik ve ahlaki bir öznenin inşası (alacaklı ve borçlu) temelinde işler. Toplumsal tabiiyetin güçlü bir vektörünü, bireysel ve kolektif öznellik üretiminin bir dispozitifini temsil eder. Lazzarato’ya göre neoliberalizmin ve özellikle de finansallaşmanın insanı konumlandırdığı yer bu öznellik üretimi sürecidir. İnsan, borçlandırılmış insana dönüşmektedir.
PİYASADAN DIŞLANAN İNSAN FİNANSALLAŞAN DÜNYANIN KABUL ETTİĞİ BİRİ DEĞİLDİR; BİR KAYBEDENDİR
Bir öznellik teklifi olarak borçlandırılmış insan esasen homo economicus’un bir türevidir. Genel anlamda bir girişimci olarak piyasada başarılı olmalıdır. Piyasadaki rekabete uyum sağlayamazsa, borçlanamazsa, verimli olamazsa, mülkiyetini çeşitlendiremez ve artıramazsa kendisini bekleyen bir son vardır: piyasadan dışlanma. Piyasadan dışlanan insan ise artık finansallaşan dünyanın insan olarak kabul ettiği biri değildir; o artık bir kaybedendir, sadece biyolojik bir varlık olarak hayatının sonlanmasını bekleyecektir.
Bu yapının içinde Aristoteles’in iyi yaşam dediği veya Hegel’in Sittlichkeit (etik yaşam) olarak tanımladığı yaşama dair pek bir şey kalmamıştır. Belki bir yanılsama yaratabilmek amacıyla bazı unsurlar varolan yapının içerisine serpiştirilmiştir.
İnsanlar kendini geliştirme, yaşamını inşa etme ve tabii mutluluğa ulaşma kapasitesini kaybeden, metalaştırılmış ve yabancılaşmış insanlardır. Yine Hegel’in tabiriyle söyleyecek olursak onların yaşamı: üzerlerine ölü toprağı serpilmiş insanların yaşamıdır.
KAZANAN DA VE KAYBEDEN DE BİLGECE BİR YAŞAMDAN UZAKTADIR
Popüler dizi Squid Game böyle bir yaşamın parodisidir. Kazanan da ve kaybeden de bilgece bir yaşamdan uzaktadır. Pekiyi şunu soralım: herhangi umut ışığı var mıdır? Foucault, kendilik kaygısı ve varoluş estetiği olarak adlandırdığı süreçler doğrultusunda, bitip tükenmeyen bir biçimde özneleştirme biçimlerini sorgulamak, dönüştürmek ve asli konumlarına iade etmek gerektiğini vurgular.
Alain Badiou bu bağlamda bize şu satırlarıyla yol göstermektedir: Hakikatler etiği ne dünyayı bir Yasa’nın soyut hakimiyetine tabi tutmayı, ne de dışsal ve radikal bir Kötü’ye karşı mücadele etmeyi amaçlar. Tam tersine, hakikatlere gösterdiği sadakat yoluyla, Kötü’yü -tam da bu hakikatlerin dublörü ya da karanlık yüzü olarak gördüğü Kötü’yü- savuşturmaya çabalar. O halde insan sadece bir girişimci değildir, insan bir akıl varlığıdır. Bu akıl kendisi için ve bizatihi kendisi İyi’ye doğru yeni bir çıkış yolu inşa edebilir.
Squid Game’de oyuncu 240’ın dediği gibi: “[Buradan] İyi bir sebebi olan biri çıkmalı”.
Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
kizilkaya@turcomoney.com